“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus 62)
“Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” 63
“Korku ancak gelecekle ilgili olur, yani ileride korkutan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı korkulur. Hüzün ise ancak geçmişte olan birşeyle ilgili olur. Bu, ya geçmişte insanın hoşuna gitmeyen birşeyin meydana gelmiş olmasından ötürü, yahut da arzu edip sevdiği bir şeyi elde edememiş olmasından dolayı olur.
Bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: “Veliler için, korku ve hüznün olmamasının söylenmesi, ya onlar bu dünyada iken olur, yahut ahirette iken olur. Birincisi, şu sebeplerden ötürü olamaz;
Bu, dünyada olmaz. Çünkü burası, korku ve keder yurdudur. Hele mü’min, Hz. Peygamber (s.a.s)’in şu
hadislerinde de buyurduğu gibi, bundan hiç kurtulamaz: “Dünya, mü’minin (adetâ) hapishanesi, kâfirin de cennetidir”
“İman etmek” kelimesi nazarî kuvvetin {tefekkür kuvvetinin) mükemmelliğine, “takvaya ermek” tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikad ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz “velî”yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz. Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah’ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ’yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah’ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah’a ibadet ettiğinde Allah’ı,
böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. (Yani O’nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstehak olduğunu düşünür.) Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında
olmuş olduğu sâbıt olur.
Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)’in: “Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp-verecekleri bir mal
olmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki onlann yüzleri nurdur ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler” dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.
Yine, Hz. Peygamber (s.a.s)’in: “Onlar öyle insanlardır ki, onları görenler Allah’ı hatırlarlar” buyurduğu rivayet edilmiştir. Bunun sebebi şudur: Onlarda görülen, huşu ve huzû alâmetlerinden ötürü, bir de Hak Teâlâ onlar hakkında, “Secde izinden nişanları yüzlerindedir” (Fetih, 29) buyurduğu için, onların bütün bakıp müşahede edişleri, ahireti hatırlamaya yöneliktir.
Herşeyin “velî”si, ona yakın olan demektir. Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ’yı bilmenin nuruna garkolduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah’ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah’ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah’ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah’a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah’a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah’ın velîsidir.
İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, “Allah imân edenlerin velîsi (yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır” (Bakara 257)
Bu müjdeden maksad, sâlih rüyadır. Hz. Peygamber (s.a.s)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Büşrâ (müjde), müslümanın kendisinin gördüğü veya senin, onun için gördüğün salih (güzel) rüyadır,” Yine Hz. Peygamber (s.a.s) “Peygamberlik gitti (bitti), geriye mübeşşirât (müjdeci rüyalar) kaldı.”
Bil ki ayetteki, “büşrâ” tabirini “sâdık rüya” manasına aldığımızda, ayetin zahiri bu halin ancak veliler için söz konusu olmasını gerektirir. Akı! da buna delalet eder. Çünkü Allah’ın velisi, kalbi ve ruhu zikrullaha gömülmüş kimsedir. Binâenaleyh kim böyle olur ise, uyurken de ruhunda sadece marifetullah bulunur.
Marifetullah’ın ve Allah’ın celâlinin nurunun da, ancak hakkı ve doğruluğu göstereceği malumdur. Ama fikri, bu bulanık ve karanlık âlemin hallerine dağılmış kimse, uyuduğu zaman da böyle dağınık kalır. Dolayısıyla onun rüyasına da itimâd edilmez. İşte bu sebebten ötürü Cenâb-ı Hak, hasr ve tahsîs yolu ile (sadece onlara âit olduğunu belirterek) “Dünya hayatında da, ahirette de büşrâ onlar içindir” buyurmuştur.
Büşrâ, insanların bir kimseyi sevip, güzel bir medh-ü sena ile onu övmeleridir. Ebu Zerr (r.a)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ya Resulallah, bir kimse Allah için amel ediyor ve insanlar da o kimseyi seviyorsa (onun hakkında) ne buyurursunuz?” dedim, Hz. Peygamber(s.a.s) de: “İşte bu, müminin büşrasının (müjdesinin)peşin olarak verilmesidir” buyurdu.”
Web /
Facebook / / kereminden
Instagram / / kerem_onder_hoca
X / / keremonder1
Podcast /
din,ilim,fıkıh,dini videolar,sohbet,sohbetler,dini sohbetler,kerem önder,kerem önder hoca,tefsir,Allah,ilim yayma,ihramcızade,ihramcızade ilim yayma,